27 Şubat 2010 Cumartesi

D for Director


Son on yıldaki “en iyi yönetmen” adaylarına baktığım zaman, şunu söyleyebilirim ki: “en iyi film” ve “en iyi yönetmen” ödülleri genelde aynı filme gidiyor. Yani sıra bakımından önce açıklanacak olan yönetmen ismi senenin en iyi filmine de kısmen işaret ediyor. Son on yılın duble yapan yedi filmine bakarsak daha iyi bir sonuca varabiliriz: 2000 – American Beauty (Sam Mendes), 2002 – A Beautiful Mind (Ron Howard), 2004 – The Lord of the Rings – Return of the King (Peter Jackson), 2005 – Million Dollar Baby (Clint Eastwood), 2007 – The Departed (Martin Scorsese), 2008 – No Country For Old Men (Joel Cohen and Ethan Coen), 2009 – Slumdog Millionaire (Danny Boyle). “En iyi yönetmen” ödülünü alıp “en iyi film” ödülünü kazanamayan filmler ise 2001 – Traffic, 2003 – The Pianist ve 2006 – Brokeback Mountain.


Bu sonuçlar izinde Akademi için şu profili çizebilirim; Akademi büyük yapımları sever ve ödüllendirir, ama aynı zamanda bağımsız filmlerin yönetmenlerini de aday göstererek düşük bütçeli filmlere de destek verir. İstisna olarak Brokeback Mountain filmi ortaya çıkıyor. Hem Independent Spirit hem de Oscar “en iyi yönetmen” ödülünü alan bu film son on yılın sürprizidir kanımca. Yönetmenlik ödülünün dışında sanmıyorum ki bağımsız bir film “en iyi film” ödülünü kazansın. İşte bu sebepledir ki 2010 yılı “en iyi yönetmen” adaylarından Precious filminin yönetmeni Lee Daniels ilk kurbanımız olacak ve almış olduğu adaylıkla yetinecek. Spirit ödüllerinde de adaylık alan Lee Daniels belki 5 Mart gecesi heyecanlanabilir ama 7 Mart zor. Yönetmenlikte henüz emeklemeye başlayan Daniels, Precious filminde iyi bir iş çıkarmış olmasına rağmen, bence listedeki en zayıf aday.


Aynı şekilde bağımsız film geçmişine sahip olan yönetmen Jason Reitman’ın filmi Up in the Air da bence zayıf halkalardan birisi. Her ne kadar filminde çok başarılı bir iş çıkarıp akılda kalıcı gökyüzü sahneleri ve izleyiciye duyguyu aktaran film kareleri kullanmış olsa da Reitman da “en iyi yönetmen” ödülü açıklandığında alkışlayanlardan birisi olucak gibi gözüküyor. Hatta daha da ileri gidersem “en iyi uyarlama senaryo” dalı dışında aday olduğu 5 ödülde de şansı çok düşük gözüküyor diyebilirim. Şansızlığı ise 2 adayı ile yer aldığı “en iyi yardımcı kadın oyuncu” dalında karşılarında Precious filminden Mo'Nique gibi bir ismin olması. Nasıl ki “en iyi yardımcı erkek oyuncu” ödülünde Waltz ezip geçecekse, Mo'Nique de öyle ezip geçecek hepsini. (şişman şakası değil, döverim he!)


Sıradaki şansı düşük adayımız bir Tarantino filmi; Inglourious Basterds. Her ne kadar senaryosu tartışmalı ve özellikle çoğu kişinin tepkisini çekmiş olsa da Tarantino’nun bu filmi yönetmenlik açısından çok başarılı bence. Detaylı bir değerlendirmesi de sitede yer alan bu film, Tarantino’nun klasikleşmiş sıradışı karakterleri, ortamları ve de absürd diyalogları ile seyirciyi kendisine bağlıyor. Fakat durduğu yer itibari ile akademi Tarantino’yu ödüllendirmeyecektir.
http://ikisuperfilmbirden.blogspot.com/2009/08/inglorious-basterds-2009-normal-0-21.html


Geriye kaldı iki film. Bunlardan şansı diğerine göre daha düşük olan film bir kadın yönetmenin elinden çıkmış; Kathryn Bigelow’un The Hurt Locker filmi. Şu ana kadar hiçbir bayan bu ödülü kazanamadı, işte bu sebeple akademi bunu bir fırsat olarak görebilir. Yalnızca bu da değil, filmde çok iyi bir iş çıkaran Bigelow, karşı cinsin gözünden Irak’taki çıkmazı başarılı bir şekilde anlatıyor. Şu ana kadar da verilen ödüllerin çoğunu süpüren Bigelow gecenin sürprizi olabilir.


Bence şansı en yüksek yönetmen James Cameron. Çünkü dediğim gibi akademi büyük yapımları sever ve ödüllendirir. Akademinin dışında Cameron’ın emeğini gözardı edemeyiz. Bu derece bir teknolojiyi kullanıp seyirciye aksettirebilmek gerçekten zor iş. Yalnızca yeşil perde önünde ya da teknolojik donanımla rol yapmakta olan oyuncularının motivasyonlarını ve konsantrasyonlarını sağlamakla kalmamış, aynı zamanda mekan oluşturma ve kullanma sürecinde de başarıya ulaşmıştır. Fakat son on yılda verilen ödüller şöyle bir şey diyor: Son on yılın yönetmelerinden sekizi “en iyi yönetmen” ödülünü almadan önce “en iyi uyarlama senaryo” ödülünü, American Beauty filmi ise “en iyi orijinal senaryo” ödülünü almış. Sadece Million Dollar Baby filmi aday gösterilmesine rağmen “en iyi uyarlama senaryo” ödülünü alamamış. Bu da demektir ki yüzde yüzlük bir oranla senaryo ve yönetmenlik ödülleri birbirleri ile bağlantılı. Bu yüzden akademi adayları ilk açıkladığında senaryo adaylarına baktım ve Avatar’ı göremeyince içten içe sevindim açıkçası. Çünkü Avatar senaryo anlamında hiçbir şekilde yeni bir şey söylemiyor. Karakterler ve mekanlar değiştirilip yerlerine farklı parçalar koyulursa, geçmişte çekilmiş çoğu filme ulaşacağımızı düşünüyorum. Tabi ki bu, Avatar’ın yapmış olduğu “teknolojik açılım”ın değerini düşürmez, ama on yıl sonra bu teknoloji ve daha yaratıcı senaryolarla Avatar “kapıları açan film” olması dışında pek de hatırlanmayacak bence. Maalesef Cameron, Aliens ya da Terminator gibi aklı zorlayıcı senaryoları terkedip, Titanic ve Avatar gibi daha çok popülerliği ve prodüksiyonları ile hatırlanan filmlere imza attı. Titanic senaryo dalında adaylık almamışken, Avatarın da aday olmaması akademinin doğru kararıdır bence…

Sonuç olarak “en iyi yönetmen” ödülü günün ihtişamını süsleyecek gibi görünüyor. Avatar bu ihtişamın simgesi olurken, gönül ister ki The Hurt Locker da sürpriz yapabilsin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder