30 Kasım 2009 Pazartesi

Madeo (2009)

"Yine yapacağını yapmışsın Koreli"
Duztor Navida - İSFB Times

Memories of Murder filminin yaratıcısı Joon ho Bong'dan yine benzer tarzda bir cinayet filmi.

Film, zeka özürlü oğlunun cinayet zanlısı haline gelip hapse girmesiyle yıkılan bir anneyi ve oğlunun suçsuzluğunu kanıtlamak için debelenişini anlatıyor.


Senaryosu, kurgusu, imgelem özelliği ve müziklerinin kullanımıyla mükemmel sayılabilecek bir film. Bu nitelikler filme büyük ölçüde etkileyicilik katmış. Ayrıca anne rolündeki Hye ja Kim'in annelik içgüdüsünü çok iyi yansıtması, izleyiciyi etkileme konusunda ayrı bir öneme sahip. Kore kültürünün üllkemiz kültürüne benzerliğine de burada epey şahit oluyoruz.


imdb

Trailer

28 Kasım 2009 Cumartesi

Mommo - Kız Kardeşim


Bir ayrılık hikayesi...

"Dokuz yaşında bir çocuk; hem ağabey, hem baba, hem anne, hem de bir bilge olabilir mi? Ayşe için olur. Ve hatta hiçbir şeyden korkmayan bir ağabeydir o. Annesiz iki çocuğun içinizi ısıtacak, kimi zaman gözünüzü yaşartacak öyküsü."

Yukarıdaki yazı filmin resmi sitesinden alıntı; ancak filmi özetlemeye yeter mi ya da filmi özetlemek gerekir mi? Bilemiyorum...

Bilemiyorum çünkü oldukça duru ve sakin anlatılmış bir film Mommo. Evet, filmde iki kardeşin daha küçük yaşlarda karşılaştıkları yoksulluk, yoksunluk durumları karşısında birbirlerine sarılarak yaşama mücadeleleri anlatılıyor. Fakat filmin sadeliği; filmi izleyicinin duygusal ve düşünsel yorumlarına göre yeniden şekillenmeye yönlendiriyor. Kısacası filmi izlerken filmi yeniden kurgulamaya vakit bulabiliyorsunuz.

Daha önce reklam sektöründe metin yazarlığı ve reklam yönetmenliği yapmış olan Atalay Taşdiken'in ilk uzun metrajlı filmi Mommo... İlk kez yönetmenlik koltuğuna oturmuş olmasına rağmen büyük başarılara imza atmış olması açısından filmin kendisi için önemi büyük olmalı. Büyük başarılardan kasıt; tabii ki yurt içi ve yurt dışı sinema festivallerinde topladığı ödüllerdir. Yoksa filmin herhangi bir ülkede hasılat rekorları kırdığı söylenemez. Özellikle ülkemizde sinema sahipleri ticari kaygılardan ötürü filmi oynatma konusunda kararsızlar...


Konusu itibariyle film çocuk oyuncular üzerine odaklanıyor ki filmi iyi ya da kötü yönde doğrudan etkileyebilecek bu durum oyunculukların başarılı şekilde icrasıyla filmin lehine olmuş. Ayrıca çocuk oyuncular; Elif ve Mehmet Bülbül'ün, filmin geçtiği Konya yöresinin çocukları olmaları filme büyük oranda gerçekçilik katmış. Hatta Can Dündar Milliyet'te yazdğı yazısında Elif'in hikayesini şöyle anlatmış :

"Elif Bülbül Konya’nın Hüyük ilçesi, Çavuş köyünde yaşayan 8 yaşında bir kız çocuğu... Mevlana İlköğretim Okulu’nda birinci sınıf öğrencisi... Bir gün beden eğitimi dersindeyken filmciler kameralarıyla geliyor okula... Öğrencileri sıraya dizip teker teker görüntülerini çekiyorlar. Elif mahcup; boynunu bükmüş, bir kenarda duruyor sessizce... Ama okula çocuk oyuncu bulmaya gelen Atalay ağabeyin gözü onun üzerinde... 5 ay sonra çekimine başlayacağı yeni filmi için herkes kast ajanslarından bir çocuk oyuncu bulmasını tavsiye etmiş; o ise, bu ilk filminde kendi toprağından, onun dilini konuşan bir köylü çocuğu oynatmaya karar vermiş. Çevredeki bütün ilkokulları dolaştıktan sonra Mevlana’ya gelmiş. Öbür 50 çocuğun çekimi bittikten sonra Atalay ağabey Elif’i çağırıyor kameranın önüne... Öyle utanıyor ki Elif, başını kaldıramıyor yerden; adını söyleyemiyor doğru dürüst... Öğretmeni durumu fark ediyor; yönetmenin kulağına eğilip sınıfta da pasif bir öğrenci olan Elif’in bu işin üstesinden gelemeyeceğini söylüyor, vazgeçmesini tavsiye ediyor. “Hayır” diyor Atalay Taşdiken: “Elif tam aradığım çocuk... Onunla çekeceğim bu filmi...” Hayatında hiç sinemaya gitmemiş Elif, bir sinema filminde başrol için seçiliyor. Ve peri masalı böylece başlıyor."

Duru anlatımına rağmen başarılı sinematografisiyle sıkmayan filmin bir diğer artısı ise Erkan Oğur'un müzikleri. Sanırım filmi izlerken öykünün içine daha bir girmemizi sağlayan en önemli etken de filmin gerçekçiliğinin yanında bu mükemmel Oğur çalışması.


Filmle ilgili bahsi geçen önemli bir noktaysa gerçek bir hikayeden uyarlanmış olması. Hatta yönetmen; asıl hikayenin daha sert olduğunu, kendisinin hikayenin bir çok yanını filme almadığını belirtmiş. Filmin başında "hikayenin gerçek kahramanlarına" adanmış olduğunu görüyoruz. Yönetmenin bu tavrıyla filmin "based on a true story" klişesine düşüp düşmediği ayrı bir tartışma konusu fakat Anadolu'da bu ve benzeri ve hatta bundan daha sert öykülerin yaşandığı zaten hepimizin malumuyken filmin, hikayenin gerçekliği üzerinden yükselmesi zaten beklenemez.

Ayrıca filmin Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik tarafından resmi olarak okullara ve öğrencilere tavsiye edildiğini de söylemeden geçmeyelim. Tabi bu konunun filmin "Almanya’da okullar için özel proje konusu yapılması" ya da "Alman çocuklarının göçmenlere bakışını değiştirecek bir film olduğunun yazılması" ile ilgisi var mıdır? Bilinmez.

Her halükarda Türk sinemasının nitelikli bir örneği olan film; çocukları korkutmak için uydurulan Mommo isimli "ecinni"nin aslında hayatın ta kendisi olduğunu göstermek için güzel bir yol seçmiş. Filmi izledikten sonra bir noktaya ulaştırmak izleyiciye bırakılmış.

7.5/10


26 Kasım 2009 Perşembe

500 Days Of Summer (2009)


Bazı zamanlar olur hayatınızda. Hiç birşey için çaba sarfedemez, uğraşamaz, üşenirsiniz. Öyle bir dönemin içerisindeyim ben de şu sıralar. Öyle ki izleyeceğim filmleri bile anlaşılabilir konular üzerine kurulu; kurguyla, göndermeyle uğraştırmayacak türden seçiyorum.

Malum havalar da bir değişik, bir anda hava kararıyor, güpegündüz her taraf sis oluyor falan. Dışarı adımını atası gelmiyor insanın. Ben de atmadım haliyle. Koca bir fincan kuşburnu yapıverdim kendime, çektim yorganı burnuma kadar. Uğraştırmasın istiyorum ya hani, öyle bakınıyorum romantik komedilere. 500 Days of Summer diye bir film takıldı gözüme. Hah dedim tam benlik! Ama nerden bilebilirdim hastası olacağımı, o alıştığımız klişe romantik komedilerden olmadığını.


500 Days of Summer, 9 Ekim 2009’da ‘Aşkın 500 Günü’ adıyla girmiş Türkiye’de vizyona. İlgi gördü mü, izlendi mi hiçbir fikrim yok, zira ben de farketmemiştim vizyona girdiği tarihlerde.

Yönetmen Marc Webb, aslına bakarsak video klip işleri ile uğraşmış bugüne kadar. Bir çok ünlü sanatçı/grupların video kliplerine imza atmış. Araya birkaç tane uzun metraj sıkıştırmış sadece. Marc Webb imzası taşıyan bir yapımı ilk defa izliyorum ben de. Gayet başarılı buldum kendisini, uzun metrajda pek tecrübeli olmamasına rağmen hiçbir eksiklik hissetmedim, hatta yazının sonlarına doğru değineceğim, beni benden alan birkaç detay var ki aman aman.

Joseph Gordon-Levitt ve Zooey Deschanel başrolleri paylaşıyor Aşkın 500 Günü’ne. Zooey ablamızı tanımayan yok, bakışlarıyla her duyguyu ifade edebilcek yetiye sahip kendisi. Joseph Gordon ise eşsiz bir oyunculuk sergiliyor film boyunca.


Çok fazla spoiler vermemeye çalışırak biraz da filmden bahsedelim.

‘Boy meets girl. Boy falls in love. Girl doesn't.’ Filmin tagline’ı filmin konusu hakkında ufak bir fikir sahibi olmanızı sağlıyor aslında. Aynı kurumda çalışan Tom ve Summer tanışır, ve ismini koyamadıkları 500 günlük ilişkilerini/yaşadıklarını bize aktarır ‘500 days of summer’.

Anlatılan 500 gün içerisinde sürekli bir gülümseme modunda izliyoruz filmi. Ya konuşmalara gülüyoruz, ya da kendimizden birşeyler buluyoruz karakterlerde. Filme ait anlatılacak çok detay mevcut, ama ‘şurasını da mı yazsam, bak şu sahnede ne acaip bir replik vardı’, diyerek filmin içeriğine girecek olursam, tüm filmi anlatmadan çıkamayacağıma eminim. O yüzden filme ait detayları burada kesiyor, bu birbirinden şahane detayları siz değerli izleyicilere bırakıyorum efenim.

Yönetmen Marc Webb, filme konu olan 500 günü kronolojik bir sırayla işlememiş. Bir anda 303. Günü anlatırken, bir sonraki sekansta 15. Günü yaşıyor Tom ve Summer ikilisi. Bu anlatım şekli de filme ayrı bir hava katmakla birlikte, ilişkinin ilk günleri ile son günleri akılda kalıyor sürekli. Dünü, yarını olmayan bir anlatım stiliyle işliyor konuları.

Filmi klişe olan bir mutlu sonla bitirmemekle kalmamış, şahane bir finale imza atmışlar. 500 days of summer biter, … day of autumn başlar. Çok leziz. Ayrıca ‘expectations/reality’ sahnesi görülmeye değer.


Evet itiraf ediyorum ön yargıyla yaklaştım, kuşburnu yudumlarken, uykuya dalar bugünü de böylece kapatırız diyordum filme başlarken. Yanılmışım. Küçük detaylara, işleyişe ve özellikle soundtracklere hasta oldum. Uzun zamandır dinlediğim en iyi soundtracklere sahip 500 days of summer.

Son olarak afişten bir alıntı yaparak, sizlere deli gibi öneriyorum bu nacizane filmi.

‘This is not a love story. This is a story about love.’

7/10



http://www.imdb.com/title/tt1022603/

24 Kasım 2009 Salı

Pandora'nın Kutusu (2009)


Aslına bakarsanız film ile ilgili nereden başlayacağımı pek bilmiyorum, lakin anlatılacak çok şey olmasına rağmen önce boğazım da düğümlenen cümleleri çözmem gerektiğinin farkındayım…

Film’in izlenmesinin üzerinden 24 saat kadar geçti ve artık yarım kalan giriş cümlesinden devam edebilirim. Film sene başın da gösterime girmiş ancak doğal olarak fazla reklamı dönmediğinden ve bir kaç salon da gösterime girmesi nedeniyle çok sonraları izleme fırsatına nail oldum.


Yönetmen koltuğun da Yeşim Ustaoğlu’nun oturduğu, başroller de ise Derya Alabora, Onur Ünsal, Övül Avkiran ve Tsilla Chelton‘ın bulunduğu film’in senaryosu Yeşim Ustaoğlu ve Selma Kaygusuz tarafından kaleme alınmış. Şu an benim de dahil olduğum genç jenerasyonun belki de şu an farketmediği ancak yıllar geçtikten sonra suratın da tokat gibi patlayacak olan bazı şeylerin izdüşümü olarak yaşam kavramını tekrar dan sorgulamanıza yol açacak bir yapım. Özellikle Nusret karakteri ile fransız oyuncu Tsilla Chelton senaryoyu okur okumaz kabul edip türkçe dersleri almak suretiyle film de rol almış, kesinlikle görülmesi gereken bir performans sunmuş.

Pandora’nın kutusu yunan mitolojisin de pandoranın merakına yenik düşüp açtığı ve kötülükler birbir ortaya saçıldığı bir durumu simgeliyor film ise aynı ortak payda da farklı bir il de yaşayan alzheimer hastası ‘nusret teyze’nin (Tsilla Chelton) kaybolması sonucun da kardeşlerin hayatlarını tekrar sorgulamaları üzerine gelişiyor.


Aslında Yeşim Ustaoğlu çarpık insan ilişkileri içeren örnekler ile hayata dair daha basit ama eksikliğini fazlasıyla hissetiğimiz sevgisizlik ve yalnız olma durumunun herkes için bir gün gerçekleşeceğini öngörüyor, demek istediğim olay sadece filmdeki kişiler ve yaşanılanlar dan ibaret değil kesinlikle görmek istediğiniz taktir de daha fazlasını içeren bir film…

Not: Ayrıca film, sinema dünyasının ünlü festivallerinden olan San Sebastian Uluslar arası Film Festivalin de ‘Altın İstiridye’ ödülüne layık görülmüş.

8 / 10

http://www.ustaoglufilm.com/pandoranin_kutusu/