26 Kasım 2009 Perşembe

500 Days Of Summer (2009)


Bazı zamanlar olur hayatınızda. Hiç birşey için çaba sarfedemez, uğraşamaz, üşenirsiniz. Öyle bir dönemin içerisindeyim ben de şu sıralar. Öyle ki izleyeceğim filmleri bile anlaşılabilir konular üzerine kurulu; kurguyla, göndermeyle uğraştırmayacak türden seçiyorum.

Malum havalar da bir değişik, bir anda hava kararıyor, güpegündüz her taraf sis oluyor falan. Dışarı adımını atası gelmiyor insanın. Ben de atmadım haliyle. Koca bir fincan kuşburnu yapıverdim kendime, çektim yorganı burnuma kadar. Uğraştırmasın istiyorum ya hani, öyle bakınıyorum romantik komedilere. 500 Days of Summer diye bir film takıldı gözüme. Hah dedim tam benlik! Ama nerden bilebilirdim hastası olacağımı, o alıştığımız klişe romantik komedilerden olmadığını.


500 Days of Summer, 9 Ekim 2009’da ‘Aşkın 500 Günü’ adıyla girmiş Türkiye’de vizyona. İlgi gördü mü, izlendi mi hiçbir fikrim yok, zira ben de farketmemiştim vizyona girdiği tarihlerde.

Yönetmen Marc Webb, aslına bakarsak video klip işleri ile uğraşmış bugüne kadar. Bir çok ünlü sanatçı/grupların video kliplerine imza atmış. Araya birkaç tane uzun metraj sıkıştırmış sadece. Marc Webb imzası taşıyan bir yapımı ilk defa izliyorum ben de. Gayet başarılı buldum kendisini, uzun metrajda pek tecrübeli olmamasına rağmen hiçbir eksiklik hissetmedim, hatta yazının sonlarına doğru değineceğim, beni benden alan birkaç detay var ki aman aman.

Joseph Gordon-Levitt ve Zooey Deschanel başrolleri paylaşıyor Aşkın 500 Günü’ne. Zooey ablamızı tanımayan yok, bakışlarıyla her duyguyu ifade edebilcek yetiye sahip kendisi. Joseph Gordon ise eşsiz bir oyunculuk sergiliyor film boyunca.


Çok fazla spoiler vermemeye çalışırak biraz da filmden bahsedelim.

‘Boy meets girl. Boy falls in love. Girl doesn't.’ Filmin tagline’ı filmin konusu hakkında ufak bir fikir sahibi olmanızı sağlıyor aslında. Aynı kurumda çalışan Tom ve Summer tanışır, ve ismini koyamadıkları 500 günlük ilişkilerini/yaşadıklarını bize aktarır ‘500 days of summer’.

Anlatılan 500 gün içerisinde sürekli bir gülümseme modunda izliyoruz filmi. Ya konuşmalara gülüyoruz, ya da kendimizden birşeyler buluyoruz karakterlerde. Filme ait anlatılacak çok detay mevcut, ama ‘şurasını da mı yazsam, bak şu sahnede ne acaip bir replik vardı’, diyerek filmin içeriğine girecek olursam, tüm filmi anlatmadan çıkamayacağıma eminim. O yüzden filme ait detayları burada kesiyor, bu birbirinden şahane detayları siz değerli izleyicilere bırakıyorum efenim.

Yönetmen Marc Webb, filme konu olan 500 günü kronolojik bir sırayla işlememiş. Bir anda 303. Günü anlatırken, bir sonraki sekansta 15. Günü yaşıyor Tom ve Summer ikilisi. Bu anlatım şekli de filme ayrı bir hava katmakla birlikte, ilişkinin ilk günleri ile son günleri akılda kalıyor sürekli. Dünü, yarını olmayan bir anlatım stiliyle işliyor konuları.

Filmi klişe olan bir mutlu sonla bitirmemekle kalmamış, şahane bir finale imza atmışlar. 500 days of summer biter, … day of autumn başlar. Çok leziz. Ayrıca ‘expectations/reality’ sahnesi görülmeye değer.


Evet itiraf ediyorum ön yargıyla yaklaştım, kuşburnu yudumlarken, uykuya dalar bugünü de böylece kapatırız diyordum filme başlarken. Yanılmışım. Küçük detaylara, işleyişe ve özellikle soundtracklere hasta oldum. Uzun zamandır dinlediğim en iyi soundtracklere sahip 500 days of summer.

Son olarak afişten bir alıntı yaparak, sizlere deli gibi öneriyorum bu nacizane filmi.

‘This is not a love story. This is a story about love.’

7/10



http://www.imdb.com/title/tt1022603/

4 yorum:

  1. Yazmayı unutmuşum, Joseph Gordon ne kadar da Heath Ledger'a benziyo!

    YanıtlaSil
  2. Bol votkalı bir anımda oldukça iyi gelen bir film oldu. :)

    YanıtlaSil
  3. kadın katy perry e benziyor :)

    YanıtlaSil
  4. bence "expectations/reality" bölümüne kadar 1 saat boyunca gidemeyen, bu bölüm sonrasında da son yarım saatte duramayan bi film olmuş. john doe, marc webb'in uzun metraj tecrübesizliğine değinmiş, ki belki de bu tecrübesizlik sonucu benim aklımda, filmin tamamına yayılan bir akıcılıktan ziyade, video klip gibi de izlenebilecek "expectations/reality", "the graduation ve sinema sahnesi" ve "tahtaya karalama" gibi bölümler kaldı. ki dikkat hep bu bölümlerin altında güzel seçilmiş soundtrackler var. tecrübesizliğin yanı sıra kısa çekim tecrübesinden de bahsedebiliriz aslında. ayrıca tom'un şirkette istifa öncesi yaptığı özeleştiri yağmuru, bu tarz filmler için de yapılabilir ama işte sinema o kadar güzel bişey ki izlerken "bu benim en mazoşist halim" derken bulabiliyorsunuz kendinizi. tecrübe olayı hakkında son bi bilgi de şu olabilir: david fincher bu filmin tamamını zaten benjamin button'ın içerisinde 5 dakikalık bir "kader" teması ile çekmişti.

    YanıtlaSil